Vaster Wilds incelemesi: Lauren Groff’un sonuncusu şaşırtıcı derecede iyi

Lauren Groff’un şaşırtıcı derecede iyi yeni romanını okurken Engin Wilds8 yaşlarında olduğum ve çocuk klasiğini okuduğuma dair içgüdüsel bir geri dönüş yaşadım Dağın Benim Tarafı: Olasılıklarla varlıklı ve affetmeyen uçsuz bucaksız, sonsuz bir yırtıcı tabiat ananın o leziz duygusu ve bunun ortasında yalnız bir çocuk olmanın tehlikesi ve yaratıcılığı. Engin Wilds o şekilde hissettiriyor, hatta daha da fazlası. Çocuk daha akıllıdır ve daha çok çekince altındadır; yırtıcı tabiat daha varlıklı ve daha acımasızdır; daha geniştir.
Benzerlik muhtemelen tesadüfi değildir. 2018’de New York Times’a verdiği bir röportajda Groff, tekrardan okumaktan bahsediyor Dağın Benim Tarafı evlatları ile beraber Kurtların Julie’si, gene bir Jean Craighead George klasiği. Bir ebeveyn olarak bu kitaplara verdiği tepkide garip bir şey fark ettiğini söylemiş oldu.
Groff, “Kitapların coşku verici serüven hikayeleri bulunduğunu ilk keşfettiğimden bu yana geçen on seneler süresince, affedilmeyen yırtıcı doğada kaybolan ve hayatta kalmak için çaresiz kalan yalnız evlatların tüyler ürpertici korku hikayelerine dönüştüler.”
Engin Wilds birçok yönden coşku verici bir serüven hikayesi, süratli tempolu, süratli ve bir çok vakit gülünç. Bununla birlikte kesinlikle bir korku hikayesi.
Roman, Jamestown kolonisinin “Açlık Zamanı”nda, kısaca 1609 kışında, yerleşimcilerin çoğunluğunun açlık ve hastalıktan öldüğü dönemde geçiyor. Groff, orada ölmemeyi seçen bir kızı takip ediyor: koloniden gizlice çıkıp yırtıcı doğada yaşayabileceği herhangi bir yere, herhangi bir yere giden bir kız.
Kızın bir adı yok. Anası bir fahişe olduğundan Londra’daki bir yoksullar evinde, ona Ağıtlar diyen rahibelerin içinde büyüdü. Jamestown’a, kendisine Zed diyen bir kadının hizmetçisi olarak geldi; “alfabedeki harfler içinde en tuhafı, en küçüğü ve en sonuncusu.” Kendi kendine konuştuğunda kendisine “kız” diyor: “Düşünme kızım” diye azarlıyor koloniden kaçarken kendi kendine, “yoksa kederden ölürsün.”
Kız 16 ila 18 yaşları içinde bir yerde. Eğitimsiz fakat oldukca yetenekli. Soğuk kış ormanında kayalardan, battaniyelerden ve içi boş ağaçlardan derme çatma barınaklar inşa ediyor. Talihli olduğunda balık, yumurta ve kurutulmuş meyvelerle beslenir, şansı olmadığında ise ağaç kurtçukları ile beslenir. Enerjisini katıksız bir kararlılıktan alıyor. Jamestown’dan Kanada’daki Fransız kolonilerine gitmeyi planlıyor ve orada onu Fransa’ya götürebilecek bir kürk avcısı bulup onunla evlenmeyi planlıyor.
Kız, Virginia’dan Kanada’ya gitmek için yürüyerek 700 milden fazla yol kat etmesi gerekeceğini hayal bile edemiyor. Bu şekilde bir yolculuğu düşünecek ölçek duygusuna haiz değil. Yalnız Jamestown’da kalmanın onu öldüreceğini biliyor.
Kız gezi ettikçe Groff’un düzyazısı, gerilimi yükselten halüsinasyonlu, yakıcı bir kalite kazanır. Elizabeth dönemine ilişik düzyazı pastişi nüktedan ve akıcıdır, aliterasyon ve imalarla doludur. (Gözünüzü kırparsanız, kızın Londra’daki hayatına geri dönüşteki Shakespeare minyatürünü kaçıracaksınız.) Ritmi o denli süratli ve sarsılmaz ki kitabı elinizden bırakmak olanaksız hale geliyor; her cümlenin tat-tat’ı sizi sürüklemeye devam ediyor.
Düzyazı bununla beraber son aşama fizikseldir. Bu kitap, tabiat ananın içinde bir insan bedeni olma deneyimine muhteşem bir halde uyum elde etmiştir: soğuğun ve açlığın kızın vücudundaki acısı; ayaklarının su toplaması ve ayakkabılarını sincap yuvasından çaldırmış olduğu tüylerle doldurması; Bir kaplıcaya atladığında ve suyu kollarının altında ve kasıklarında yuva meydana getiren sirkeleri öldürmek için kullandığında hissettiği içgüdüsel rahatlama.
Groff’un yırtıcı doğası acımasız ve şiddetlidir. Kız, sık sık, yavru hayvanları öldürüp yemeden ilkin, onları sevimliliklerine fanatik buluyor. Koloniden uzaklaştıkça talihsizlik üstüne felaketler yığılır: açlık, donma, yaralanmalar, hastalıklar. Bir noktada kitabı yere attım ve Groff’un kahramanına yapmış olduğu eziyetlere ağlamamak için güldüm. Kızın korunacağı ihtimaller içinde bir hastalık yoktur.
Kız yırtıcı doğada tamamen yalnız değil. Kuzeye doğru ilerlerken yolları Yerli insanlarla onlarca defa kesişiyor fakat devamlı onlardan uzak durmaya dikkat ediyor. Kendisine fanatik kalmaları icap ettiğini ve onu mistik bir vizyon olarak görmeleri icap ettiğini düşünüyor; Groff, onun yerine gülünç, mutsuz ve muhtemelen deli olarak gördüklerini bizlere göstermek için kafalarına atlıyor. Kızın yerli kabilelere karşı önyargısı, yırtıcı doğaya duyduğu korkudan daha kuvvetli olmaya devam ediyor, sadece kendi halkının ABD’da hiçbir işi olmadığı sonucuna yavaş yavaş varıyor.
Groff’un acımasız, kanlı yırtıcı doğasının sunmuş olduğu yüce kurtuluş anları olmasaydı, kitabı okumak dayanılmaz olurdu. Kız aniden, gökyüzündeki bulutların desenine, içinden “göz kamaştırıcı parlak güneşin uzun nefes parmaklarını yerleştirip yere değdiği” deliklere haiz “kalınca yün bulutlara” ve yere değen ağaçlara bakarak acısının izini kaybediyor. aniden öbürlerinden ayrılan ışık o denli muhteşem görünüyordu ki, türlerinin o denli bozulmamış örnekleriydi ki, bu andan ilkin her bir ağacın muhteşem güzelliğini iyi mi göremediğini bilmiyordu.
Kız şu sonuca varıyor: “Dünyanın derin güzelliğini kaçırmak etik bir başarısızlıktır.”
Stark, kısır ve aşkın, Engin Wilds tüm yıl süresince okuduğum en iyi kitap. Bu bir zafer.