COP15: Koruma aslen ne anlama geliyor?

0

MONTREAL, Kanada — 190’dan fazla ülkeden üst düzey yetkililer bu hafta ve bir sonraki adımda dünyanın en büyük ve en mühim problemlerinden birini çözmek için bir araya geliyor: yaban yaşamı ve ekosistemlerin hızla azalması. Onları kurtarmak, havayı ve suyu temizlemekten mahsullerimizi tozlaştırmaya kadar sağladıkları birçok faydayı koruyacaktır.

COP15 olarak malum görüşmede delegelerin, Paris iklim anlaşması şeklinde fakat tabiat için olan Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi adlı mühim bir anlaşmaya imza atması planlanıyor. Ülkeler için 20’den fazla hedef ihtiva eder Pestisit kullanımından çiftlik sübvansiyonlarına kadar her şeyi kapsayan, on yıl içinde başarmak.

Delegelerin, bazılarının şimdiye kadarki en mühim biyolojik çeşitlilik toplantısı bulunduğunu söylediği COP15’e hazırlanmak için yılları olmasına karşın, hala üstünde anlaşmadıkları oldukça şey var. Varlıklı ülkeler gelişmekte olan ülkelere ne kadar para verecek? Hükümetler çevreye zarar veren sübvansiyonları aşamalı olarak kaldırmalı mı yoksa onları ekosistemleri iyileştirmeye destek olan faaliyetlere yönlendirmeli mi? Sözleşme metnindeki bu virgül buraya mı yoksa oraya mı gelmeli?

Hatta COP15’in ve daha geniş çevre hareketinin temelini oluşturan bir şey hakkında bile ihtilaf var: “koruma” teriminin ne anlama geldiği.

BM’nin başlıca biyoçeşitlilik konferansı COP15’teki delegeler, 13 Aralık’ta Montreal’de ülkelerin 2030’a kadar erişmesi ihtiyaç duyulan hedefler üstünde anlaşmaya varmaya çalışıyor.
Mike Muzurakis/Internasyonal Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü

Bazı çevre savunucularına bakılırsa, koruma, belirli bir alanın, türlerin bazı zamanı çeşitliliğini sürdürmek için bir çok insan faaliyetini kısıtlaması anlamına gelir. Mesela, New York eyaletindeki bir parkta on yıldan sonraki on yılda 100 çeşit kuş var ise, bu korunan arazi olarak kabul edilebilir. Sadece bazı Yerli gruplar da dahil olmak suretiyle ötekiler için koruma, daha oldukça toprağı yönetme süreci ve onların toprakla olan içsel ilişkileri hakkındadır. Bu bakış açısına bakılırsa, “korunmuş” çoğu zaman insanların toprağın kaynaklarını kullandığı ve onlara derin bir saygı duyduğu anlamına gelir.

Bu münakaşa bugün mühim şu sebeple taslak biyoçeşitlilik çerçevesinin mühim bir parçası, 2030 yılına kadar Dünya üstündeki tüm kara ve suyun minimum yüzde 30’unu “koruma” hedefidir – bu hedef 30’a 30 olarak bilinir. Gelecek günlerde, delegeler neredeyse Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi adlı bir BM anlaşması kapsamında yasaya imza atacağı kati. Sadece o vakit bile, kelimenin muğlaklığından dolayı sorular devam edecek: Yerli toprakları ve ulusal parkların haricinde kalan öteki alanlar için yasa ne anlama gelecek?

Uluslar topraklarının yüzde 30’unu korumaya çalışırken, neyin önemi var?

Koruma terimi, biyoçeşitlilik çerçevesinin her yerinde görülüyor, sadece 30’a 30’da en fazla ağırlığı taşıyor. Bu, en yüksek profilli hedeflerden biri ve en tartışmalı olanlar içinde, kısmen yüzde 30’a neyin sayılacağı net olmadığı için.

Bir çok çevre savunucusu, 30’a 30’u korumak için çaba sarfeden bir çevre grubu olan Campaign for Nature’a liderlik eden Brian O’Donnell’e bakılırsa, ulusal parklar şeklinde resmi korunan alanların herhangi bir korunan arazi ölçümüne dahil edilmiş olduğu mevzusunda hemfikirdir. ulusal hükümetler tarafınca — orada yaşayan nebat ve hayvanlara zarar verebilecek madencilik yada inşaat şeklinde insan faaliyetlerini engelleme eğilimindedir.

Ek olarak, savunucuların da hedefe doğru sayılması gerektiği mevzusunda aynı fikir oldukları, OECM’ler olarak malum daha yeni ve birazcık kafa karıştırıcı başka bir arazi kategorisi var. “Öteki etkili alan temelli koruma önlemleri”nin kısaltması olan bu alanlar, insanların kullandığı yada içinde yaşamış olduğu, mesela askeri üsler şeklinde, yırtıcı yaşam yada ekosistemler için kanıtlanabilir yararları olan alanlardır. (Yan not: Biyoçeşitlilik politikasında sinir bozucu oranda kısaltmalar ve muğlak teknik terimler vardır, bu kim bilir delegelerin herhangi bir mevzuda anlaşmaya varmasının zor olmasının sebeplerinden biridir.)

Küresel bir korunan alan veritabanını yöneten bir BM kuruluşu olan Dünya Koruma İzleme Merkezi’ne (WCMC) bakılırsa, korunan alanlar ve OECM’ler beraber tüm karaların ortalama yüzde 17’sini ve okyanusların yüzde 8’inden birazcık fazlasını kapsıyor. WCMC, uzun süredir 30’a 30 şeklinde mekansal hedeflere doğru ilerlemenin resmi göstergesi olmuştur.

Montreal’deki COP15 salonunun haricinde bir tabela.
Mike Muzurakis/Internasyonal Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü

8 Aralık’ta Montreal’de COP15’te delegeler.
Mike Muzurakis/Internasyonal Sürdürülebilir Kalkınma Enstitüsü

Sadece bazı çevre uzmanları, üçüncü bir kategorinin 30’a 30 oranında sayılması için baskı yapıyor: Yerli bölgeleri ve mahalli topluluklar tarafınca yönetilen topraklar. Dünyanın geri kalan biyolojik çeşitliliğinin yüzde 80’i bu topraklarda bulunuyor, sadece bunların bir çok resmi olarak “korunmuş” kabul edilmiyor – büyük seviyede tabiatın insansız “bozulmamış” topraklar olduğu şeklindeki eski ekol görüşünden dolayı. (Biyolojik çeşitlilik için pozitif faydalar gösteren bazı Yerli bölgeleri OECM olarak kabul edilebilir; aşağıda daha fazlası için.)

Bu görüş artık değişiyor ve bu da yüzde 30 hedefine ulaşmayı oldukça daha kolaylaştırabilir.

30’a 30’a ulaşmak için rahat bir çözüm: Yerli insanlara arazi hakları verin

Bazı tahminlere bakılırsa, yerli bölgeleri ve mahalli topluluklar şimdiden Dünya yüzeyinin yüzde 30’undan fazlasını kaplıyor. Kısaca, bir anlamda, onları korunmuş olarak kabul ederseniz, Hedef 3’ün arazi kısmı esasen karşılanmış olacaktır.

Filipinli bir Yerli avukat ve Internasyonal Yerli Biyolojik Çeşitlilik Forumu’nun (IIFB) kilit müzakerecisi Jennifer Corpuz, Vox’a “Yerli halklardan gelen talep, Yerli bölgelerin tamamen kendi şartlarına bakılırsa tanınmasıdır” dedi. “Onları sayarsak, oradayız. Esasen hedefe ulaştık.”

Bu yaklaşım, 30’a 30’un Yerli toprak hakları pahasına gelebileceğinden kaygı duyan Yerli savunucularına çekici geliyor – şu sebeple korumanın tarihsel tanımı insanları içermiyordu. Birçok durumda, yırtıcı yaşamı koruma adına topraklarından atıldılar. (Biyoçeşitlilik çerçevesinin mevcut metni, Yerli toprak haklarına saygı duymanın önemini vurgulamaktadır.)

Corpuz, “Bilhassa Yerli halk için koruma hakkında konuştuğumuzda, bu bir yerinden edilme, tahliye ve hak ihlalleri tarihidir” dedi. “Bu, oldukça karışık bir geçmişi olan oldukça yüklü bir mevzu.”

Antigua ve Barbuda’da bir cemiyet kuruluşuyla çalışan ve hem de IIFB üyesi olan Ruth Spencer, “Bizlere bu hakları verin ve bu alanları korumaya devam edelim” diye ekledi. “Bizi kendi bölgemizde rahat bırakın.”

Kenya’daki Masai Yerli grubunun bir üyesi.
Chris Minihane/Getty Images

Gene de O’Donnell, Yerli topraklarını “korunmuş” ve hedefin bir parçası olarak saymak için, bu alanların biyoçeşitliliği iyi mi koruduğunu ölçmenin bir yolu olması icap ettiğini söylüyor. “Sonuçlar oldukça mühim” dedi. “Yoksa, burada ne işimiz var?” (Yerliler ve mahalli topluluklar tarafınca yönetilen, bazıları ötekilerden daha çok sanayileşmiş oldukça çeşitli topraklar vardır.)

Corpuz, bazı Yerli savunucuların bu fikre karşı çıktığını, şu sebeple neticeleri ölçmek oldukça fazla iş ve para gerektirdiğini söylemiş oldu. Yerli grupların topraklarının OECM olarak sınıflandırılmasını istememelerinin bir sebebinin de bu bulunduğunu söylüyor, şu sebeple bunun bir bilimsel raporlama yükü var (ve atama çoğu zaman Yerli toprak mülkiyetini “gizliyor”).

Bu bizi COP15’teki başka bir çetrefilli mevzuya getiriyor: Yerli gruplardan, mahalli topluluklardan ve gelişmekte olan ülkelerden biyoçeşitliliği ölçmelerini (yada topraklarını eski haline getirmelerini) isteyecekseniz, bunun için onlara para ödemeniz gerekiyor, diyor Yerli savunucuları.

hayvanları ölçmek

Çevre savunucuları koruma hakkında konuştuğunda, daima net değildir, tam olarak, ne saklıyorlar – ve kimin için. Bitkiler ve hayvanların kendileri mi ve eğer öyleyse, bazıları ötekilerden daha mı mühim? Ve niçin mühim? İnsanlara yarar sağladıkları için mi? Içsel değerleri olduğundan mi?

Yerli arazi yönetimi sorularının yanı sıra, bu 30’a 30 tartışmasının mühim bir parçasıdır. Uluslar daha çok toprağı korumaya çalışırken, bilim adamları bunun en iyisi olması icap ettiğini vurguluyor. Sağ Yüzde 30. Birçokları için bu, tropik ormanlardan tundraya kadar tüm değişik ekosistem türlerinin korunan alan ağlarıyla temsil edilmesini ve yırtıcı yaşamın bir korunan alandan diğerine gezi etmesini sağlamak anlamına geliyor.

EO Wilson Biyoçeşitlilik Vakfı başkanı ve CEO’su Paula Ehrlich, “30’a 30 hakkında konuştuğumuzda, belirli bir oranda habitattan bahsediyoruz, sadece hangi bölgeleri seçtiğimiz eleştiri öneme haiz” dedi.

11 Temmuz 2022’de Peru, Tarapoto’daki Cordillera Escalera dağları naturel koruma alanında bir aden tanager.
Getty Images vesilesiyle Ernesto Benavides/AFP

Sonunda, COP15 ve biyoçeşitlilik çerçevesinin, korumanın tek ve net bir tanımıyla neticelenmesi ihtimaller içinde değildir. Gene de Yerli halklar ve mahalli topluluklar tarafınca yönetilen arazileri bunun bir parçası olarak dahil etme fikri oldukça fazla destek aldı ve bu da çevre hareketinin değişmekte olduğu mühim bir yolu ortaya koyuyor.

Batılı ekolojistler, kısmen insan yaşamından yoksun oldukça azca naturel görünüm olduğundan, tabiatın boş parçalarını bir kenara koymaya devam edemeyeceklerini her zamankinden daha çok fark ediyorlar. McGill Üniversitesi’nde koruma biyolojisi profesörü olan Andrew Gonzalez, “Çıkarma yada eğlence için geliştirilmemiş, sadece insanoğlu tarafınca kullanılan alanları dikkate almadan gezegende 8 milyar insana haiz olamazsınız” dedi. “Biz onların içindeyiz.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir