Pakistan’ın kanı daha da akıyor

0

Batılı müdahalelerin tavukları tünemek için eve ulaştığında, ev, bu müdahalelerin arkasındaki vergi mükelleflerinin ve karar vericilerin ikamet etmiş olduğu yerden oldukça oldukça uzakta olma eğilimindedir. Batılı müdahalelerin yükü, sıcak havalara ve Müslümanların çoğunlukta olduğu ortamlara çıkarma lehine kuvvetli bir halde eğilmiş şeklinde görünüyor: Pakistan, uzun süredir tercih edilen bir çıkarma noktası olmuştur.

Pakistan’da liderlerimizi ve kurumlarımızı parçalıyoruz. Ülkeyi yerle bir ettiğin için, kabiliyet ve hayal gücünden yoksun olduğun için ve kim bilir en kötüsü, bizi değişik kılan iyi niyetin kısa vadelilik ve zulüm tarafınca tüketilmesine izin verdiğin için. Batı müdahalesinin Pakistan toprakları ve yakın çevresi üstündeki yıkıcı tesirini – hem açıkça Afganistan’da hem de örtülü olarak İran’da – İran’da – oldukça nadiren değerlendiriyoruz yada üstünde düşünüyoruz. Buna Hindistan’daki Hindu üstünlüğü yanlısı liderlerin Batı tarafınca körü körüne desteklenmesi de eklenince, Pakistan her zamankinden daha sıkı bir halde paketlenmiş bir barut fıçısı haline geliyor.

ABD ulusal marşı “havada patlayan bombalara” dayanmakla övünüyor. Pakistan’da da bombalar patladı. Havada. Yerde. Camilerde. Polis karakollarında. Piyasalarda. Otellerde. Okullarda. Her yer. Ayetullahlar Tahran’ı ele geçirdi, Sovyetler 1979’da Afganistan’a girdi ve 11 Eylül 2011 saldırılarını El Kural gerçekleştirmiş oldu, sadece kırk beş yıl süresince, düzinelerce ülkenin dahil olduğu iki büyük cenk süresince hatalı olan yalnızca Pakistan’dı. El Kural’nin, Taliban’ın, TTP’nin ve yepyeni bir alfabe çorbası tutarındaki terörist grupların Pakistan vatandaşlarını, bilhassa de polis ve askerlerimizi öldürmeye devam etmesine izin verdiğiniz için.

Bunların hiçbiri Pakistan’ın art arda kavşak anlarında yanlış seçeneği seçmediğini öne sürmek değil, sadece hepsi başka bir yol ayrımına yaklaşıyor olabileceğimizi ve Pakistan’ın yolunu iyi mi seçeceğinin Pakistan gerçekleri tarafınca şekillendirilmesi icap ettiğini öne sürmektir. İleriye giden yol, seçeneği olmayan askeri liderlerin ve çaresiz politikacıların önderlik etmiş olduğu neredeyse batkı etmiş bir Pakistan cumhuriyetine empoze edilen fantezilerle şekillenmemelidir.

Mısır ve Ürdün liderlerinin Batı’nın son müdahalesinin (İsrail’in Gazze’deki soykırımı) neticelerini yönetmeye çalışmasını seyretmek aydınlatıcı oldu. Bu filmi daha ilkin tüm formatlarda sayısız kez izlemiştik. ABD’nin Şimal Afrika ve Orta Doğu’da Irak’ı işgali, El Kural ve IŞİD’i dünyadaki ardıl rejimlerden oldukça daha iyi bir halde savuşturmayı başaran bir takım kusurlu fakat büyük seviyede seküler Arap rejiminin parçalanmasını ateşledi. yapabilme.

Mısır’ın sorunları tamamen ayrı bir ele alınmayı hak ediyor, sadece aşırılık yanlılarının hem Cezayir’i hem de Mısır’ı (otuz yıl süresince) kolaylıkla işaret edebilmesi, öngörülebilir, hesap verebilir ve saydam yönetim sistemlerine inanan Müslümanları alarma geçirmelidir. Alarm çoğu zaman Müslüman elitlerin zaaflarına işaret ediyor; sadece fena yönetimin altında yatan itici güçler oldukça oldukça uzak ülkelerde bulunuyor.

Bugün, dünyadaki en iyi performans gösteren ve en çağıl Müslüman liderlerin (bir çok Körfez İşbirliği Konseyi bölgesinde bulunmaktadır) yalnızca Mısır’ın onlarca yıl öncesine dayanan karmaşıklıklarından meydana gelen geleneksel düşmanlardan değil, bununla birlikte bu ülkelerden doğan terörist gruplardan da kaçmaları gerekmektedir. karmaşıklıklar. İsrail’in soykırımını etken olarak destekleyen Batılı güçlerin onayıyla şu anda Gazze’de olup bitenler karşısında dehşete düşmüş Müslümanların düşmanlığını da yönetmelidirler. Bunun Müslüman çoğunluklu ülkelerdeki, bilhassa de Riyad, Rabat, Jakarta, Dakka, Ankara ve kim bilir en önemlisi Rawalpindi ve İslamabad şeklinde yerlerdeki stratejistler için üç mühim anlamı var.

Birincisi, Batı’ya uyum sağlamanın maliyeti ülke içi hiddet ve tiksintidir. Ihmal etmeyin, yıl 1979 değil. Kamuoyuyla savaşım etmek ve kurnaz popülistlere karşı koymak, eskisi kadar kolay değil. Bir çok popülist, tıpkı Batı’da olduğu şeklinde, insanların en rahat ve en doğrusal güvensizliklerini besliyor. Müslüman çoğunluklu toplumlarda aşırılıkçı anlatıları yaygınlaştırmak, eskiden bir fırsat eşitliği oyunuydu; hem devlet hem de devlet karşıtı oyuncular sırayla Ummah Defender oynuyordu.

İsrail’in Gazze’deki soykırımı, bu oyunun oynandığı spektrumu ve süre çizelgesini çarpıcı şekilde daralttı. Şöyleki ifade edelim: Gazze’deki geçici ateşkes aslına bakarsak Biden Yönetimi için ABD seçmenleri içinde meydana getirilen kafa karıştırıcı anketlerin bir ürünü. Eğer Washington DC’de böylesine biçim değiştiren bir baskı hissediliyorsa, Arap ve Müslüman Sokağı’nın elitleri üstünde baskı açısından neler yarattığını hayal edebiliyor musunuz?

İkincisi, Batı’nın Gazze’deki soykırımı onaylaması, Müslüman elitlerin Çin ve Rusya ile aslına bakarsan mühim olan flörtlerini teşvik etti. Ihmal etmeyin: Ne Çin ne de Rusya bilhassa Filistin yanlısı değil. Sadece her ikisi de İsrail’e itidal çağrısında bulunurken oldukça dikkatli bir halde iğneyi batırdılar. Bunu yaparken kendilerini kasıtlı olarak Batılı güçlerden ayırdılar.

Hem Rus hem de Çinli otoritelerin tarihsel olarak ülkelerindeki Müslüman nüfusa karşı uyguladıkları zalimlik ve yönetimle ilgili davranış profillerindeki boşluklar, İsrail’in Gazze’deki soykırımının gölgesinde kolayca göz ardı ediliyor. Hem Batı müttefikliğinin sunmuş olduğu hâlâ müthiş ateş gücü (merhaba Türkiye, Bahreyn ve Katar) hem de Batılı tedarik zincirlerinin müdafa sektöründeki kalıcı teknolojik hakimiyeti (ma’selaam Suudi) göz önüne alındığında, bu dinamiği bir dereceye kadar şüphecilikle resmetmek mantıklı olacaktır. Arabistan, BAE, Pakistan ve Endonezya). Sadece Pekin ve Moskova’nın bu açılardan çekiciliğini göz ardı etmek de zekice olmaz; her iki ülke de Müslüman çoğunluklu ülkelerle ilişkilerinin yelpazesini hızla genişletiyor.

Son olarak, Batı’nın İsrail’in soykırımına verdiği desteğin uzun vadeli ve kim bilir en zarar verici yönü, Müslüman çoğunluklu toplumlar ile Batılı uluslar arasındaki ortak değerler uyumudur. Giderek daha çok sayıda Batılı seçmen, Macaristan’da Viktor Orban, İtalya’da Giorgia Meloni, Hollanda’da Geert Wilders ve Fransa’da yükselen Jordan Bardella şeklinde nefret tellallığı meydana getiren popülistlerin albenisine kapıldığı için bu durum bilhassa sorunlu. Sadece Batı’nın İsrail’e verdiği destek popülist sağ kanattan değil, sözde liberal, Müslüman dostu ve iyi huylu ana akımdan kaynaklanıyor.

Neoliberal Müslümanlar (ve solcu şiire ve toplumcu yeniliklere ne kadar fanatik olsalar da, komşu Müslümanların bir çok da böyledir) benzersiz bir varoluşsal ikilem içindedirler. Batılı şeklinde görünen değerlerin ve gündemlerin devamlı benimsenmesi artık neredeyse her fırsatta Gazze’den gelen görüntülerle sorgulanacak. Bunun, Müslüman toplumların en mühim zorluklarla ve fırsatlarla iyi mi başa çıkacağı ve bunlarla iyi mi başa çıkacağı mevzusunda derin neticeleri olacaktır; mesela basına tanınan özgürlüğün derecesi ve kim bilir en önemlisi, bayanların haiz olduğu ekonomik güç ve hareketliliğin kalitesi.

Pakistan 8 Şubat 2024’te genel seçime doğru gidiyor. Seçimlerdeki gecikmeler ve 9 Mayıs’tan bu yana siyasal söylemin yönetilme biçimi, seçimin yaratması ihtiyaç duyulan coşku ve itimat düzeyini şimdiden baltaladı. Pakistan’ın şiddetli dış borç krizi, seçilmiş yada seçilmemiş herhangi bir hükümetin Pakistanlıların karşı karşıya olduğu en acil zorluklarla savaşım etme enerjisini kısıtlıyor: enflasyon, işsizlik, düşük nitelikli eğitim yada asla vasıfsız eğitim, devam eden iklim felaketleri ve anne ve yenidoğan için düşük temelin devam etmesi. bayanlar için sıhhat, nüfus refahı ve ekonomik kurum.

Tüm bunlar olurken, Pakistan hızla yayılan aşırıcı bir tehditle uğraşmak zorunda duracak. LeJ şeklinde şiddetli devlet ve cemiyet karşıtı grupların kalıntıları da dahil olmak suretiyle TTP ve ona bağlı gruplar, Afganistan’daki güvenli limanlar yardımıyla yenilenen enerjinin ve canlılığın tadını çıkarıyor. BLA şeklinde ayrılıkçı terör grupları, Yeni Delhi’den gelen güvenli limanlardan ve mali destekten yararlanıyor. Yeni Delhi, Pakistan da dahil olmak suretiyle dünya genelinde suikast programını hızlandırdı; bu da Pakistanlı yetkililerin kısıtlamalarına yönelik artan kızgınlığı besledi. Kim bilir en kaygı verici olanı, Tehreek-e-Labbaik şeklinde aşırılık yanlısı grupların kentsel alanlarda geniş bir destek yelpazesinden yararlanmaya devam etmesi ve Gazze halkının sesinin perdesini ustaca (ve tahmin edilebileceği şeklinde) ele geçirmesi.

Pakistan’ın teröre karşı ikinci savaşı son üç senedir tüm şiddetiyle sürüyor. Tüm gözler bu ikinci savaşın sonuçlarına odaklanmış durumda: ABD dolarının kurundaki yükseliş, bunun sonucunda ortaya çıkan ekonomik kriz, 2006’da görüşme edilen ve 2010’da varılan siyasal anlaşmanın çöküşü ve yürek parçalayan ekonomik kriz. Pakistan’a sığınan Afganların kendi ülkelerindeki karmaşadan tahliye edilmesi. Sadece bir kez daha ülkenin üst sıralarını yönlendiren ve şekillendiren savaşın kendisidir.

Aşırılık yanlılarının işe alınmasını ve finanse edilmesini elde eden anlatılar Gazze’den, İsrail’in bir sonraki Filistinli evladı öldürebileceğinden daha süratli ortaya çıkıyor. Ateşkes olsa da olmasa da, bu anlatılar soykırıma yardım ve yataklık eden Batılı güçlerin peşini bırakmayacak, sadece Pakistan’ın ve dünya genelinde Müslüman çoğunluktaki öteki ulusların kanını akıtan bıçağı keskinleştirecek.

Yazar bir analist ve yorumcudur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir