Filistin krizinin sıkıntılı çarpık anlatısı: Sesimiz niçin mühim?
Bu şiddetli kriz zamanlarında, yanlış informasyon ve yanlış beyan, geleneksel medyayı daha ilkin asla olmadığı kadar rahatsız etti. Gerçekte olup biteni anlamlandıramayacak kadar fazlaca düşündüğümde, dünyanın utanmaz zulmüne karşı kendimden bir parçayı kaybediyorum. O denli umutsuzca bizlere karşı geliyor ki; kendisi için belirlediği etik standartlara ve doğruluk derecesine aykırıdır.
Batı’dan (Filistin’deki mevcut zulümleri rahatça görmezden gelen aynı Batı) papağan şeklinde tekrarlamayı öğrendiğimiz her insan ve hanım hakları ilkesi fazlasıyla umutsuz geliyor.
Teoride yanlış beyanla ilgili ilk okuduğumda neredeyse olanaksız görünüyordu – fakat gene de birkaç yüz tarih dersini tamamlamam gerekiyor.
Sadece 7 Ekim’de yaşananlar ve bundan sonraki her gün yaşananlar, Batılı haber kanallarının her birine açıkça nüfuz ettiğini gördüğümüz, dezenformasyona neden olan sorumsuz haberciliğin korkulu görüntüsünden başka bir şeyle karşı karşıya kalmadım.
Daha çok bağlam ararken, YouTube’da tarih süresince kimliklerin kesişme noktalarını keşfetme mevzusunda uzman olan Nijeryalı meşhur yazar Chimamanda Ngozi’nin bir TED Konuşmasına rastladım.
Konuşmasında yazar, yanlış beyanın pek fazlaca fark edilebilir tehlikesini ayrıntılarıyla söyledi; şu anda bunların tümünün medyanın her yerinde gözlerimin önünde canlı olarak oynandığına şahit oluyorum.
“Güç, yalnızca başka bir kişinin öyküsünü anlatmak değil, bununla birlikte onu o kişinin nihai hikayesi haline getirmektir” diye onayladı ve beni şaşkına çevirdi.
Ngozi, hangi hikayenin anlatılması icap ettiğini, iyi mi anlatılacağını ve ne vakit anlatılacağını denetim ederek dünyamızdaki güç yapısının medyamızı iyi mi etkilediğine ışık tuttu.
İsrail yerleşimci kolonisine yönelik neredeyse yüzyıldır devam eden baskı, Hamas’ın bu ayın başındaki misillemesinin peşinden lazer odağı haline geldiğinden beri, Batı medyası ve onların liderleri, bizlere yalanlar ve yarım yamalak hikayeler beslemek için gece süresince çalışıyorlar. anlatıyı zalimi mazlum olarak gösterecek şekilde değiştirmeyi umuyor.
Kitlesel yıkımdan sağ kurtulanlar yıkıcı hikayelerini anlatırken direniş gücü için kınama sözleri bulmaya çalışan sağır gazeteciler için onur ödülü.
Kasıtlı dezenformasyonun yaygın olduğu bu tehlikeli sonuç dönemde, bunu yalnızca sesli olarak reddetmek değil, bununla birlikte doğru bilginin yayılmasını sağlamak için çabalamak da bizlere düşüyor.
Filistin halkının tehlikeli şekilde yanlış tanıtılması onların durumunu daha da acı verici hale getiriyor. Acılarını kamera önünde sergilemek ve dünyanın onlara inanmasını sağlamak için acılarını bir kenara bırakmak zorunda kalıyorlar.
Batı medyasının bunu ikincil zarar olarak derhal göz ardı etmesi için, bu tür bir zulme maruz kaldıkları ilk andan itibaren yaşadıkları travmayı ayrıntılarıyla anlatmak zorundalar.
Soykırımın gerçek zamanlı olarak belgelenmesine ve Gazze şehrinin yıkıma ve kargaşaya sürüklenmesine karşın, Filistinlilerin insanlıktan çıkarılması sarsıcı. Çocuklar ulusal televizyonda İsrailli yetkililer tarafınca karanlık etiketi altında sınıflandırılıyor ve onların tek suçu doğan olmaları.
Zalimlerin işlediği suçlara karşı Hamas’ın direnişini tanımlamak için zıt mahalli dillerin kullanılmasıyla etnik temizlik incelikli bir halde yumuşatılıyor.
Yerleşimciler ‘öldürüldü’ olarak adlandırılıyor, Gazzeliler ise yalnızca ‘ölebiliyor’. ‘İsrail-Filistin çatışması’ yaygın olarak kullanılan bir terimdir ve her iki tarafın da eşit kaynaklara erişebildiğini, sadece hiçbir şekilde erişemediklerini ima eder.
Bu, işgal güçlerinin son yetmiş senedir sürdürdüğü tek taraflı etnik temizliktir.
Şu an itibariyle sömürge devleti, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne nazaran üç soykırım eylemi gerçekleştiriyor. Hava saldırılarından ölmeyenler, susuzluk ve açlık sebebiyle mücadeleyi kaybediyor.
Tüm bunlar bittiğinde çocuklar, onlara bakacak kimse olmadan engelli kalıyor. İşgalci güçler, konut binalarını bombalamanın yanı sıra, Avro-Amerikalı yetkililerden tek bir kınama sözü bile duymadan hastaneleri yasa dışı bir halde yok ediyor, yakarma yerlerine saygısızlık ediyor ve eğitim kurumlarını havaya uçuruyor.
Devlet onaylı sertlik, yalnızca Siyonistlerin faşizminden kaynaklanmıyor; Batılı liderlerin, Gazze topraklarını yavaş yavaş kendilerininki dışındaki tüm halklardan silip süpürürken sömürgecileri terörizmin kurbanları şeklinde göstermeye yönelik devamlı çabaları tarafınca yönlendiriliyor.
İsrail’in halkla ilişkiler perdesini kırmak
Bu yanlış beyan ve yanlış informasyon akınından, toplumsal medya kullanıcıları, gölge yasaklama ve güvenilir hesapların habersiz olarak askıya alınması şeklinde susturma taktiklerine direnirken, kurtuldular.
Kamuoyunun gücünün yetkilileri güvenilirliklerini korumak için çabalamaya sevk ettiğini görmek oldukça ferahlatıcı olsa da, bunun etkisine ilişkin şüpheler anlaşılabilir.
Hükümetlerin bir çok, devam eden soykırımdaki kabahat ortaklarına karşı kitleleri susturmak için güç kullanıyor.
İsrail’in resmi X hesabı, bir tek kendilerini savunduklarına inandırmak için 13 yaşındaki bir fangirl şeklinde tweet atmaya zorunlu kalıyor. Ünlüler ve tesir sahibi kişiler, dikkatli bir tarafsızlık duruşunu korurken, özenle hazırlanmış PR açıklamalarıyla barışı vaaz etmek için acil ediyorlar.
Sadece toplumsal medya kullanıcılarının (sizin ve benim) tutumu fazlaca net.
Yanlış beyanlardan beslenmekten bıktık. Basının Hamas’ın cenk kışkırtması söylediği şeyin misilleme bulunduğunu anlıyoruz. İşgalci İsrail güçlerinin bizi ikna etmeye çalmış olduğu şey meşru müdafaadır, biz bunun gerçek zamanlı bir soykırım olduğuna inanıyoruz.
Masumlara karşı cenk suçlarını kolaylaştırmaya devam eden markaları ve ürünleri kalıcı olarak boykot etmeye hazırız. Dünyanın dört bir tarafındaki protestolar sebebiyle yetkililerin direnişiyle karşı karşıya kalmamıza karşın, üstün dereceli sayıda sayıyla ifade özgürlüğü hakkımızı kullanmak için ortaya çıkıyoruz.
Kendi devletlerinin istikrarı pahasına sömürgecilikten kurtulmayı ve azınlıkların boyunduruk altına alınmasını kınamaktan korkmayan hükümet ile halkı arasındaki kopukluğu deneyimlemek aydınlatıcı.
Onlarca senedir Filistin halkına yönelik devam eden baskıyı görmezden gelmeye istekli değiliz. Hepimiz, Birleşmiş Milletler’de yada insan haklarını savunduğunu iddia eden herhangi bir dünyevi kuruluşta hiçbir yetkisi olmayan bayağı insanoğlu, kendi ülkemizin hükümetlerini ve onların temsilcilerini reddediyoruz.
Sesimiz mühim bundan dolayı Filistinliler bunu söylemiş oldu. Ezilenlerin yürekli zümresinin toplumsal medyadaki yetersiz varlığı, bizi devamlı olarak sesimizi yükseltmeye teşvik etti.
Zaman içinde artan sayıda nedensellik sebebiyle duyarsızlaşmaya başlamamız ve bununla birlikte ihtiyacı olanlara somut bir yardım sağlama mevzusundaki çaresizliğimiz sebebiyle üzülmemiz doğaldır. Sadece öfkemizi canlı tutmamız ve onu Filistinlilerin bizlerden istediği tek şeyi halletmeye yönlendirmemiz mühim. Konuşmak.