Babylon’un genişleyen eski Hollywood’u fazlaca daha büyük bir şey hakkında

1920’lerle ilgili değil.
Gerçek Babil, Damien Chazelle’in Babil Onun adını taşıyan eski, kuvvetli bir imparatorluğun başkentiydi. Mukaddes Kitap bundan neredeyse insanlık sahneye çıkar çıkmaz bahseder: “Gelin, kulesi göğe uzanan bir kent kuralım da kendimize bir isim yapalım,” diye karar verir insanoğlu. Tanrı cennetten aşağı bakar, güler ve birbirleriyle kontakt kuramasınlar diye dillerini karıştırır, bu da projeyi alt üst eder. Yere “Babil” adı verilir. Ve sonunda insan araştırması, data ve çoğulculuk için olmasıyla birlikte emperyalist baskı ve hazcılık için de bir merkez haline gelir.
Bu yüzden, Babil zaman içinde gerçek bir yerden fazlaca bir mecaz haline geldi. Ne olduğu, neyi temsil ettiğinden daha azca mühim. Zulüm ve zorbalığın, kötülüğün ve hatta şeytanın temsilcisidir. Kibrin kapsüllenmesidir; İncil’deki Vahiy kitabı, onu Roma İmparatorluğu ile bir tutuyor benzer biçimde görünüyor ve çağrıştırıcı bir halde “Babil’in Fahişesi” adlı bir figür yazıyor. Bununla birlikte, ecstasy ve umutsuzluğu birleştiren bir biçim olan çöküş için bir vekildir. Babil’in bağırsaklarında kaybolabilirsin ve Babil’in umurunda olmaz.
Bu, Chazelle’in Hollywood’un erken dönemleri için seçtiği, kökleri tarihe dayanan bir metafor, kendi versiyonu birçok yönden uydurulmuş olsa bile. 1920’lerin sonlarında geçen film, meteliksiz bir destandır (benzer biçimde Avatar: Suyun Yolu, üç saatten fazla sürer) film işinin sessizden sesliye geçmiş olduğu alınyazısı anı hakkında. Öykü üç karakter çevresinde dönüyor – yaşlanan yıldız Jack Conrad (Brad Pitt), minik yıldız Nellie LaRoy (Margot Robbie) ve sete girmek için çok isteyen Manny Torres (Diego Calva) isminde bir uşak.
Teknoloji ansızın film yapımcılarının ses kaydetmesine ve filmlerine ses eklemesine izin verdiğinde – halkın sese olan iştahı, filmin deli başarısıyla kanıtlandı. caz şarkıcısı 1927 – Jack’in ahşap oyunculuğu ve Nellie’nin New Jersey aksanı mesele olmaya başladı. Onların yerine başkaları için olduğu benzer biçimde.
/cdn.vox-cdn.com/uploads/chorus_asset/file/24302263/babylon2.jpg)
Scott Garfield/Paramount Resimleri
Jack, Nellie ve Manny’yi çevreleyen, hepsi de bu sektörde şanslarını yakalamaya istekli ve bir çok süre hikayeyi ışık hızında yiyip bitiren bir endüstrinin çenelerinde ezilen bir takım karakterdir. Dedikodu yazarı Elinor St. John (Jean Smart) vardır. Sidney Palmer (Jovan Adepo), beceri ve şöhretin kendisini belirgin ırkçılıktan koruyamayacağını keşfeden virtüöz bir trompetçidir. Baştan çıkarıcı çift cinsiyetli Leydi Fay Zhu (Li Jun Li) ikili bir yaşam yaşıyor. Stüdyo başkanı Irving Thalberg (Max Minghella), Nellie’nin rakibi Colleen Moore (Samara Weaving) ve kadın oyuncu (ve William Randolph Hearst’ün sevgilisi) Marion Davies (Chloe Fineman) benzer biçimde bazı karakterler gerçektir. Sadece bir çok, Hollywood’un şımarık ve utanmaz ilk günlerini icra eden insanlardan gevşek bir halde esin alan füzyon ve füzyonlardır.
Gevezelik eden bir kaos metaforu üstüne inşa edilmiş bir filmin, duyduğumuz ve söylediğimiz şeylerin ironisiyle meşgul olması fazlaca leziz. Filmin en hareketli sahneleri sessiz ve sesli arasındaki pivot noktasında geçiyor. İlk olarak, gürültü esasen kaydedilmediği için aynı anda bir western ve bir İncil destanı ve bir güldürü ve bir aşk sahnesi çekebileceğiniz sessiz çağda genişleyen, kaotik bir film setini ziyaret ediyoruz. Sadece ses çağı ulaştığında, setler ölümcül (ve gülünç bir halde) sessizleşir – gerilmiş ve parlak bir kontrast. Oyuncuların sesleri ve söyledikleri sözler aniden fazlaca mühim hale geldi ve netice Babel’de olabileceği kadar kafa karıştırıcı ve yıkıcı oldu.
1920’lerin Hollywood’u hakkaten hiçbir şey değil Babil durumla ilgili, hikayeyle değil. Babil beyaz perde hakkında bir film ve daha önceki birçok filmimizde olduğu benzer biçimde tamamen kutlama tarzında değil. Filmin 1920’ler ortamı, bir teleskopun en büyük dış halkası benzer biçimde işlev görür ve birbirini takip eden her dönem, bir öncekinin içinde yer alır ve ondan uzanır. Bu, patlama partileri ve deli uyuşturucu ve kumar alemleri ve daha kalitesiz şeyler için geçerli; Erken Ölüm görünüşe bakılırsa Virginia Rappe ve megastar Roscoe “Fatty” Arbuckle’ın rezil, çığır açan davasına dayanıyor.
/cdn.vox-cdn.com/uploads/chorus_asset/file/24302268/babylon3.jpg)
Paramount Resimleri
Sadece 1920’lerde Hollywood’daki insanoğlu ölmeyi bırakmadı. Skandallar durmadı. Yaşlanan yıldızlar, savaştan ilkin son kez devrilmedi; Genç, ümitli, orta derecede yetenekli çocuklar, gözlerinde yıldızlarla Los Angeles’a akın etmeye devam ettiler. Bir çok Amerikan kurumu benzer biçimde -siyasi, dini, aile odaklı banliyöler ve kalabalık kentsel alanlar- benzer biçimde, Hollywood kurumunun da midesi bulanıyor. Bir tek Hollywood’un skandalları, ekranda gördüğümüz hikayelerin devamı benzer biçimde daha sulu geliyor.
Chazelles la la ülke Los Angeles’taki genç ve umutlulara bir tür aşk mektubuydu. Sadece burada, Hollywood’un ne anlama geldiğinin tamamını yakalamaya çalışıyor – ölümlüleri ölümsüzleştirme yolu, bizlere taptığımız ve çoğu zaman perde arkasına baktığımızda parçalanan ikonlar vermesi. Yarattığı rüya, ördüğü illüzyonun parıltısı. Yıkım olmadan ihtişamı elde edemeyeceğin şekilde.
Film, telaşlı bir sevinç ile neredeyse gülünç bir korku içinde gidip geliyor. (En erken sahnede, sizi neyin beklediğini öğrenmek istiyorsanız, bir fil direkt kameraya dışkısını yapıyor.) Sex her yerde. Uyuşturucular, bedenimize ne yaptıklarına dair fazlaca daha azca net bir fikre haiz olduğumuz bir zamanda her yerde bulunur. Luk ve yıkım ve bir noktada cehenneme neredeyse gerçek bir iniş. Yeni neslin kucaklaması için tüm bunların yeniden yeniden olacağı geleceğe doğru karşı konulamaz bir hareket hissi. Joan Didion bir keresinde Hollywood hakkında “Rüya,” diye yazmıştı, “hayal görene iyi mi yaşanacağını öğretti.”
Chazelle bunu, film süresince devamlı ve görünüşte anakronistik bir halde geleceğe atıfta bulunarak başarır. Sonrasında meydana getirilen öteki filmlere görsel ve anlatımsal referanslar baştan sona görünür (mesela, yağmurda şarkı söyle, benim güzel kadınımve yanılmıyorsam, hayalet iplik); sonunda süreklilik açık hale getirilir. Bu, Hollywood’un hepimizi iyi mi büyülediğini ve bununla birlikte yetenekli oyuncuları sanki değiştirilebilirmiş benzer biçimde elekten geçirdiğini özetleyen bir film – ki sonuçta neredeyse hepsi öyleki. Bu göçün bir çok, teknolojideki değişikliklerin yanı sıra ülkenin değişen zevklerinden meydana gelmektedir. Bunların bir çok tamamen parayla ilgili: parayı kim getiriyor, kim getirmiyor ve yöneticiler, mümkün olduğunca azca baş ağrısına niçin olurken kârı en üst düzeye çıkaracağını kim düşünüyor?
bu anlamda Babil Hollywood tarihini alt üst eden trajedilerin yasını tutan son aşama hümanist bir film. Fakat bununla birlikte her şeyin rüyasını, büyüsünü ve gizemini mutlu bir halde kucaklayan saygılı bir film. Bu hem naif hem de alaycı gelebilir – sadece 100 yıl öncesinden yarı hatırlanan karakterler hakkında üç saatlik bir film seyretmek için oturduğumuzda bizim de kucakladığımızı bildiğimiz bir efsaneleşmiş. Onu gördükten haftalar sonrasında, tam olarak karar veremiyorum Babil bir İyi Film. Fakat büyülendim, duygulandım, hüsrana uğradım ve duygulandım – Hollywood’un işini en başından beri bunun üstüne inşa etmiş olduğu şey bu.
Babil 23 Aralık’ta sinemalarda açılıyor.